ağustos böceğine mektup


sevgili ağustos böceği,

ben bilirim ki senin halk arasındaki adın cırcır böceğidir. ammavelakin ben sana ağustos böceği olarak hitap etmeyi seçtim. bunun nedeni gayet açık. ehh sana cırcır denilmesinin sebebi malum.. şimdi bana "dur abi! açıklayabilirim" falan yapma. ok yaydan çıktı bi kere. bu mektup yazılacak. kelimelerim birer mermi gibi kalemimden çıkıp senin naçiz vücudunu parçalayacak. bu arada sana sen dememde umarım bi sakınca yoktur. hem siz desem de saygıdan demem senden çok olduğu için derim. tek ağustos böceği sen değilsin sonuçta. diğerleri de senin kadar suçlu tabi. ben arkadaşlarına söylersin diye sana konuşuyorum. 

bak arkadaşım! biliyorum popüler bi kişiliksin, nüfuzlu bi canlısın. lafontaine abinin fablında başrol oynamışsın falan... dur yiğidi tokatlarken hakkını vereyim; o hikayede çocuklara sen değil de karınca örnek gösteriliyor olabilir. ama bil ki ben o hikayede hep senin tarafındaydım. karıncayla aranızdaki meseleler beni ilgilendirmez fakat o hikayede senin hayat tarzın bana daha yakın gelmişti. tabi hemen götün kalkmasın. sadece o hikayede senin tarafındaydım. yoksa seninle benim hikayemde bittabii kendi tarafımdayım. biliyor musun ben de bir hayvan olabilirim ve seninle benim hikayem de bir fabl olarak gelecek nesillere anlatılabilir aslında. bence bir araya geldiğimizde hikayemizi kalemi sağlam bir arkadaşa anlatmalı ve bizi yazmasını istemeliyiz. "bizi yaz" demeliyiz. ya da direk sen bana de "bizi yaz" diye. sen kinyas ol ben kayra. yazayım bizi yarim yarim..

çok kızgınım sana ağustos böceği. bakma bir önceki paragrafta sana methiyeler düzdüğüme. bakma seni kinyasım olmaya davet ettiğime... aslında sen benim kinyasım değil, sktiğim rospu bile olamazsın. - bunu bir rep parçasından arakladım - "hoop abi dur naaptın? küfür falan ayıboluyo ama!" deme bana. ben haklıyken söverim de döverim de skerim de! boşuna mı sanıyorsun bu sinir? hala anlamadın mı? tarihe bak tarihe! 6 ocak 2o1o soğuk bir çarşamba günü gece 3 civarında yazıyorum ben bu mektubu. ocak ayı, yani kış. senle münasebetimiz hangi mevsimde gerçekleşiyor peki? isminin ilk kelimesine baksana!.. şimdi anladın mı kinimi, nefretimi? ağustos ayının üzerinden 5 ay geçmiş olmasına rağmen sinirim geçmemiş. gerisini sen düşün. sonra da diyorsun "yok abi sövme, onu karıştırma bunu karıştırma" falan.. karıştırırım bilader. amuna bile korum.

umarım "mevzu ne abi? valla bilmiyom bak" gibi salağa yatma uğraşına girmezsin. zira seninle benim aramdaki asıl meselenin, senin o benzersiz sesinle benim uyku hürriyetime tecavüz etmen olduğunu bilirsin. bilirsin yaa. bilmez misin. seni köftehor! yalaklaşma lan hemen. uyku diyorum uyku. aloo! sen bilmiyo musun benim uykuya ne kadar değer verdiğimi. uykuyu diğer fizyolojik ihtiyaçlarımdan ayrı tuttuğumu, yeri geldiğinde uykuyu sevdicek kabul edip ona mektup yazdığımı.. hiç yalandan çiftleşme mevzuunu anlatma bana. ben de biliyorum 1o yıldan fazla bir süre toprak altında kaldığını ve sırf çiftleşmek için birkaç aylığına yeryüzüne çıktığını. o cırrr cırrr seslerinin bir çiftleşme seremonisi olduğunu ben de biliyorum. hatta bunları ilk öğrendiğimde seni takdir etmiş, aşkı için şarkı söyleyen bir canlı olduğunu düşünüp sana gıpta etmiştim. lakin sonra öğrendim ki senin şarkını yimbeş oktavla söyleme sebebin daha güzel manitaları götürmekmiş. on bilemedin onbeş oktavla pekala standart bir dişinin ilgisini çekebilecekken, illa en güzeli olsun, yanakları al al olsun, dudakları kiraz olsun diye düşünüyormuşsun. sen şarkını söylerken benim uykumun içine ettiğin falan umurunda değilmiş tabi. yatakta bir sağa bir sola dönüp "yeter artık sevişin de bitsin bu işkence" diyen ben, senin zerre kadar umurunda değilmişim. peki şimdi soruyorum sana; ben bir kızla sevişicem diye gecenin bir vakti sokaklarda bağıra bağıra şarkı söylesem beni n'aparlar? en iyi ihtimalle döverler. o yüzden ben n'apıyorum? diğer canlılar rahatsız olur diye onların duyacağı şekilde yüksek sesle şarkı söylemiyorum. yani umursuyorum diğerlerini. niye peki bütün bunlar? hepimiz aynı mahallenin çocuğuyuz, aynı dünyada nefes alıp veriyoruz da ondan.

biliyorum soru cevap şeklinde öğretmen/ebeveyn stili bir azarlama stili seçerek senin kalbini biraz fazla kırdım. şimdi senin gözlerin dolu dolu olmuştur. "daha da şarkı söylersem! daha da sevişirsem!" diye kendine, bana ve hayata meydan okuyorsundur. hiç havalara girme. böyle bir şeye lüzum yok. ben sana şarkı söyleme ya da sevişme demiyorum. kimse de diyemez zaten. şarkı söylemeyeceksek, sevişmeyeceksek işimiz ne şu fani dünyada? ama her şeyin bir usülü, yolu yordamı var dimi. sen de ben de özgürüz ve fakat bu bize birbirimizin özgürlüğünü iğfal etme hakkı vermiyor. diyeceğim o ki; başka mahallelerde de güzel kızlar vardır. neden başka mahallelerin kızlarına şarkı söylemek varken gelip benim mahallemdeki kızlara iş oluyorsun? yanlış anlama gözüm olduğundan değil. böcek dürtmek gibi bir olayım yok, olamaz da. ama sen seks için şarkı söylerken olan benim uykuma oluyor işte. diyorsan ki "abi sizin mahallede sevdalığım var. bana ondan gayrisi haram. benim için dünyanın en güzelidir o. ben bi onu bilir onu severim. " o zaman başka! biz de aşık olduk olm zamanında. biz de biliriz güzel sevmeyi. hem güzel sevmeyene adam denir mi?

madem sevmişsin. "yalnız sevdiceğimle cima edeceğim" diyorsun bakarız bi hal çaresine. iste hemen gidip kızın ailesiyle konuşalım isteyelim. vermez falan diye düşünme. "abi bak çocuk her gece geliyor şarkı söylüyor. belli ki seviyor. hem mahalleli de rahatsız oluyor her gece. izin verin evlensinler." falan derim hallederim mevzuyu. tabi mahalleli rahatsız oluyor demeden önce mahalleliyi gaza getirmem lazım. bunun için de senin son bir kez en yüksek sesinle mahalleyi inletmen gerekiyor. yalnız baştan söyliyeyim bu işin dönüşü yok. eğer gerçekten sevmiyorsan, iki güne ayrılırım hesabı yapıyorsan bizi yalandan ateşe atarsın. zira olur da senin kayınbaba kızı vermezse mahallelinin kanına dokunur. olay büyür. çok canlar yanar. avatar olayından sonra bir de sizin yüzünüzden insanlıkla diğer canlıların karşı karşıya gelmesini istemem. he olur da böyle bi mevzu çıkarsa da merak etme biz davasına sahip çıkan adamız. seni savunduysak makineye girip ağustos böceği olarak sizinle sırt sırta dövüşmesini de biliriz. her türlü de galip çıkarız o savaştan. insanlık dediğin ne ki olm? bir ağustos böceğinin çiftleşmek için şarkı söylemesine bile katlanamayan acizler işte..

tekdüze

Bu sabah uyandığımda hiçbir şey farklı değildi. Yine her zamanki gibiydi her şey. Öyle farklı bir güne falan uyanmadım. Her şey o kadar aynıydı ki “acaba dünü mü yaşıyorum” diye düşündüm. Yine her zamanki gibi canım sigara istedi. Yaktım bi tane. Bilgisayarın pavır tuşuna basıp tuvalete gittim. İşedim, sıçtım tuvalette ne yapılması gerekiyorsa yaptım.

Tuvaletten çıktığımda her şey hala aynıydı. Odama girdiğimde bilgisayar bana hangi oturumda açılması gerektiğini sordu. “sen bilirsin” diyecektim ama fazla yüz güz olmak istemedim. “Her zamankinden olsun” dedim, açıldı. Bilgisayarın açılırken çıkardığı ses bile aynıydı. İstesem bu sesi değiştirebilir miyim diye merak ettim ama sonra korktum ne gerek var dedim. Şu teknoloji dünyasında ufacık zevklerimiz için davalık olabileceğimiz geldi aklıma. “Bill Gates nüfuzlu adamdır yakma kendini” diye de telkin verdim kendime. Sonra paranoyam geldi. Web kamerası beni çekiyor mu diye kontrol ettim, emeseni falan kapattım. Baktım böyle olmayacak bilgisayarı tümden kapattım. Bi sigara daha yakıp küllüğe koydum ve banyoya gittim. Saçımı başımı yıkadım adama benzedim. Baktım insan içine çıkmaya hazırım, durmadım. Çıktım dışarı.

Dışarıda hava serindi. Üşütürüm diye korktum hemen ceketimi ilikledim. Ceketimi iliklerken bizim evin çaprazında oturan teyze gördü beni. Ceketimi ona ilikledim sanmış olacak ki gülümsedi. Kendisine saygı duyduğumu zannetti herhalde. Evet ben bir insan olarak o teyzeye saygı duyuyorum ama ceketimi iliklememdeki amacım kendisine olan saygımı göstermek değildi. Neyse varsın öyle bilsin. Ben gocunmam. Sadece gerçekler bilinsin istedim. Sonuçta ortada bir yanlış anlaşılma var. Yanlış anlaşılma demişken, hiç unutmam bi arkadaşım yanlış anlaşılmaları don lastiğine benzetmişti. Bence çok güzel bi benzetme yapmıştı. Manasını tam olarak çözebilmiş değilim ama adam güzel benzetmiş. Bi ara bununla ilgili bi şeyler de karalamak istiyorum. Ama şimdi konuyu dağıldığı yerden toparlamam gerekiyor. Hatırlamanız için söylüyorum en son dışarıdaydım ve teyze bana gülümsüyordu…

Teyzenin gülümsemesine ben de gülümsemeyle karşılık verdim ve köşeyi döndüm. Şimdi beni yaklaşık 1oo metrelik bir sörvayvır parkuru bekliyordu. Bahsettiğim yer kaldırımsız bir yol. Körüklü otobüslerin de geçtiği, hatta geçerken şaka mahiyetinde yayalara aynalarını çarptıkları çift yönlü bir yol. Yola çıkar çıkmaz her gün olduğu gibi benimle aynı yöne giden bir yaya buldum ve onun sağına geçerek kendimi sağlama aldım. Yine her gün olduğu gibi bi süre kurbanımla yan yana yürüdükten sonra işkillenmesin diye ona 1-2 metrelik bir fark attım ve yol bitimine kadar da farkı korudum. Nihayetinde çekpoyint noktasına varmıştım ve kurbanımın hayatta olduğuna emin olduktan sonra her cesur erkek gibi sadece sola bir kez bakmak suretiyle karşıdan karşıya geçtim. İstikamet okuldu.

Okulun kapısına kadar gelmiştim ve hafta içi her gün olduğu gibi bugün de kapı önündeki ajans insanları elime bir broşür tutuşmuşlardı. Broşürü çöpe kadar okudum ama henüz bitmemişken çöpe attım. Ben de isterdim bitirip öyle atmayı ama okumak için çöpün başında durmak çok aptalca geliyordu. Çöpü geçip okuyup bitirdikten sonra broşörü dönüp çöpe atmak ise benim gibi insanlar için ıstırap vericiydi. Kendime böyle işkenceleri yapmayı sevmediğim için o broşürden o an vazgeçtim. ( İşte o an sahip olduklarımdan ne kadar da kolay vazgeçebildiğimi anladım dostlar. Anladım ki sahip olmayı beceremeyen bi insanmışım. Meğer ben bağlanmaya ne kadar da uzakmışım.. )


Bugün artık bir şeyler farklı olmalıydı dostlar. Önce okulda her gün gittiğim yere gitmeyerek başlayabilirim diye düşündüm ama vazgeçtim. Yine oraya gitmeli ve ne değiştireceksem orada değiştirmeliydim. Gerçeklerle yüzleşerek, aynılıkların içinde farklılıkları yakalayacaktım. Oraya gittiğimde kimse yoktu. Düşünmeye başladım. “Hazır kendime bağlanamama teşhisi de koymuşken, büyük bir iç hesaplaşmanın arefesindeyken büyük kararlar alıp bir şeyleri değiştirebilirim” diye düşündüm. Bu sayede bambaşka şeyler yapıp düne meydan okuyabilir, bugünümü farklı kılabilirdim. Ama yapamadım. Bağlanamama hastalığım olmasına rağmen biteviye hayatıma öylesine bağlanmıştım ki farklı şeyler yapmak için karar alamadım. Baksana farklı bir yere bile gidememiştim. Yine aynı yerdeydim. Bir çay alıp oturdum ve çayımı sigaramla süslerken birinin gelip bugünü dünden farklı kılmasını bekledim. İnanır mısınız dostlar hiç kimse gelip bugünümü dünden farklı kılmaya çalışmadı. Elbette gelenler oldu ama gelenler aynı kişilerdi ve dünden bugüne hiç değişmemişlerdi. Selam verme şekilleri bile aynıydı. Selam verme şekillerini geçtim, saçları, sakalları, kıyafetleri hatta sigaralarının markaları bile aynıydı. Kimsenin alnında sivilce çıkmamıştı. Yüz ifadeleri bile aynıydı. Acaba dünya durmuş muydu? Kelebekler ölmüş müydü de kimse değişmemişti? Bilmiyordum. Baktım hiçbir şeyin değişeceği yok terk ettim orayı. 

Nereye gideceğimi bilmiyordum. Bi baktım ki eve gidiyorum. Ayaklarım bana “çok konuşma hadi eve” der gibi yön veriyordu. Sörvayvır parkurunun başlarındaki kahvenin yanından geçiyordum. Kahveden hiçbir ses, efekt, “atsana lan taşı”, “mınasikiym seni mi beklicez arkadaş” falan gelmemesine rağmen kendimi oraya bakmak zorunda hissettim. Neden böyle saçma bir istek belirdi ki içimde diye sorgulayamadan kafamı çevirdim ve baktım. Kahvenin garsonu bir elinde küllük bir elinde bez ile televizyona bakıyordu. Benim baktığımı görünce kafasını bana çevirdi. Bakıştık.. Sonra garson tekrar televizyona baktı ve diğer garsona no looking yaparak “lan bi gün de at yarışı açmayın mınısikiym” dedi. Birden eve gitmekten vazgeçtim. Yolun kenarında bir iki saniye mal gibi durdum. Tam mal gibi durmayayım diye cebimden telefonumu çıkartıp saate bakacaktım ki diğer garsonun sesini duydum. “ kumanda orda amuagoym istemiyosan kanalı değiştir!” diyordu. Döndüm kahveye girdim. Kahve ahalisiyle beraber eski bir türk filmi izledik.